Arkadaşlar yakın zamanda Youtube'de bir video gördüm. Adı şu: "Ateistleri bir de kendi ağızlarından dinleyin.". Sonra bir-iki gün boyunca araştırma yaptım. Sonra henüz 7. sınıfta iken Yavuz Bülent Bakiler'in, Bayrak Şairi Arif Nihat Asya'yı anlattığı biyografik romanda okuduğum bir bölüm aklıma geldi ve kütüphaneden çıkarıp başladım tekrar okumaya. Okuduğum romandaki anının da tesiri ile böyle bir deneme çıktı meydana. Bilinçli olarak yazdığım ilk deneme olduğu ve içime sindiği için sizlerle paylaşıp fikirlerinizi almak istedim. Yazı şu şekilde:
Ateistlere ithafen...
İlk önce bu metni yazış amacım sizleri ikna etme çabası değil -zaten ne mümkün-, tamamen benim gibi lise çağındaki genç bireylerin, sorgulayan genç bireylerin, yaptığı araştırmalarda tek yönlü açıklamalara ve argümanlara kapılıp gitmesidir.
Şimdi ben tamamen pozitivist düşüncelerle yaşayan bir kişiye diğerleri gibi durupta X suresinin 100.-104. ayetlerini açıklamam. Bu duymayan birine Dünya'nın eşsiz senfonisini dinletmek kadar saçma ve anlamsız olur.
Sizler Volter'i okudunuz, Auguste Comte'u okudunuz, Weber'i, Lenin'i, Orhan Hançerlioğlu'nu, Tevfik Fikret'i okudunuz. Sizler deneyi yapılmayan, mistik, akla-mantığa uymayan fikirlere inanmazsınız. "Ahirete kim girmiş de geri gelmiş?" değil mi?, "Cennet'i-Cehennem'i" kim gözüyle görmüş? Sizler berş duyu organı, akıl, mantıktan oluşturduğunuz üçgenini dörtgen yapmazsınız. Bu üçüne yatkınsa fikirler tamamdır sizin için. Metafizik düşünceler sizlerce şairane hülyalardan öte birşey değildir.
Aklı kabul etmeniz, akla önem vermeniz takdire şayan. Sizlerinde bizlerle aynı ortak noktası var; akıl. Bizi hayvanlardan yahut diğer canlılardan ayıran fonksiyonun başlıcası. Sanıyorumki bizler ve sizler (inananlar ve inanmayanlar) akıl üzerinde aynı kanaatlere sahibiz. Şimdi sizler diyosunuz ki, bizler aklımızın almadığı birşeye inanmayız. Gözünüzle görmediğiniz, ellerinizle dokunmadığınız, kulağınınla duymadığınız her şey size göre bıdı bıdı, şairane bir zandan ibarettir (Auguste Comte gibi tıpkı).
Şimdi sizler koskoca kumsalda bir kum tanesi kadar olan dünya üzerinde bir hacim kaplıyorsunuz, her sabah uyanıp kıyafetler giyip dışarı çıkıyorsunuz, her gün inanan bir kesim arasında atıyorsuzunuz adımlarınızı. Bizler sizi görüyoruz. Ellerinizi, kaşınızı gözünüzü, ağzınızı, burnunuzu... Ama bir de çıksa biri dese size "Saçların simsiyah, boyun 1.80 bunları görüyorum. Ama bir de bana aklını göster. Ona dokunmak, onu incelemek istiyorum.". Cevabınız kuvvetle muhtemel: "Gösteremem." olacaktır. Hani sonra belki içinizden çıkan olur da der: "Akıl içimizdedir. Tıpkı kalp gbi, mide gibi, beyin gibi..."(!) . İçimizde ama neremizde? Akıl acaba serçe parmağımızın ilk boğumunda mı, yüreğimizin ortasında ım, beynimizin sol veya sağ yarım küresinde mi saklı? Bu güne kadar iç organlarımız ile ilgili on binlerce resim gördük. Ama aklımızla ilgili hiçbir resim yayınlanmadı. Acaba yayınlandı da birtek sizler mi gördünüz(?).
Aklı dünyadaki bütün insanlar gibi sizler de görmediniz. Peki sorarım sizlere; hiç görmediğiniz, dokunmadığınız, duymadığınız, koklamadığınız bir nesneye nasıl inanıyorsunuz? Şimdi içlerinizden birini ameliyathaneye alsalar, kanlı-canlı bir adam getirip teşrih masasına uzatsalar. Onu usulüne uygun bayıltıp elinize dünyanın en keskin neşterini verseler. Sonra o kişiye: "Hadi bakalım kes, biç, ayır da bu adamın aklını bize göster!" deseler o kişi bizlere aklı gösterebilir mi. Onu eliyle tutabilir mi, fotoğrafını çekebilir mi?. "Hayır." olur cevap. Ama akıl vardır sizce de.Mesela Edison'un ampulü bulması.Aklın bir ürünüdür. Çoğu gazetenin bir sayfasında koca koca puntolarla çıkar icatlar şu başlık altında:"AKIL HARİKASI".
Sizlerde, bizlerde insan aklını,yaptığı hareketlerden, meydana getirdiği eserlerden ve konuşmalarından anlarız. Yani sizler de demiş oluyorsunuz ki: "Akıl vardır! Gerçi onu göremiyoruz, dokunamıyoruz ama meydana getirdiği eserlere bakarak onlara dokunarak aklın varlığını kabul ediyoruz.". Doğrusu hiç ama hiç anlamıyorum! Görünmeyen dokunulmayan, sesi soluğu çıkmayan aklın varlığına, meydana getirdiği eserlere bakarak inanıyorsunuz da, Tanrı'nın (hiçbir şekilde böyle ifade etmem ama Allah deseydim sadece müslümanlık dinini kastedeceğim için kullanmak zorunda kaldım. Benim anlatma amacım bir yaratıcı olduğudur) yarattığı şu muhteşem, mükemmeliyet dolu, kainate ve insanoğluna bakarak neden bir yaratıcıya inanmıyorsunuz.
Sizlerin bir çoğunun kale almadığı, yanıldığı husus şu: sizler aklımızın, gözümüzün, kulağımızın, tad alma ve koklama duyularımızın her meseleyi kavrayacak güçte olmadıkları bilmediğiniz için bu çıkmazlara giriyorsunuz. Aklın gücü sınırlıdır. Akıl her mesleyi çözemez. Gözün gücü sınırlıdır; göz herşeyi göremez. Kulağın gücü sınırlıdır; kulak her sesi duyamaz. Zaten öyle oılsaydı uykusuzluk kaçınılmaz olurdu. Bir hücre içindeki madde arası geçişin sesi... Eğer böyle olsaydı akıl sağlığını koruyabilen bir kişi dahi kalmazdı.
Akıl hayatımızda vazgeçilemez bir fonksiyon. Ama ancak belirli bir alandaki sorularımıza cevap verebilecek güce sahip. Peki, ya o alanın dışında cereyan eden hadiseler? Gerçekler? Akıl kendi kavrama gücü dışındaki gerçekler karşısında iflas bayrağını çekiyor. İşte bizler o alana iman alanı diyoruz.
Diyeceklerim bu kadar.
Tekrardan belirteyim amacım sizleri hedef almak değil. Kırıcı konuşmamaya çalıştım. Muammada olan kişilere bir yol göstermek amaçlı hazırladım bu metni, bazı kaynaklardan yararlanarak,.