Öncelikle uzundur sitede aktif olamayışımdan dolayı özür diliyor ve herkese selamlarımı iletiyorum.
Herkesin bu hayatta kendi inanç değerleri vardır. Biz hiç kimseyi inancından ötürü eleştiremeyeceğimiz gibi kimsenin inancındaki derinliği de tam olarak bilemeyebiliriz. Peki başkalarını kendi inancımız çevresinde toplama konusunda gayret etmeyeceğimiz anlamına gelir mi bu dediklerim? Tabii ki hayır. İslamiyet dini kendin yaşa başka insanları sana nimet olarak verilmiş bu inanca sokmak için çaba harcama demiyor. Hatta Yahudilerin lanetlenme sebepleri arasında emri bil maruf nehyi anil münker(iyiliği emredip kötülükten alıkoyma) vazifesini yapmamaları da yer almaktadır. Peki bu çaba ve irşad nasıl olmalı?
Elbette ki bunun en etkili ve olması gerekeni hal dilidir. Hal diliyle ne başka bir insanın inanç değerlerini eleştirmiş oluruz ne de onun değerlerini aşağılarız. Bu da o insana değerlerimiz hakkında aklı selim düşünme imkanı verir. Aksi takdirde onun değerlerine karşı en ufak bir eleştiri veya bizim değerlerimizin onun değerlerinden üstün olduğunu iddia etmemiz o kişinin bizim ona vereceğimiz her şeye karşı kendini kapatmasına sebep olur. O insanlara inanç değerlerimizin aslında ne olduğu ve nasıl yaşandığını gösteririz. Kendi değerlerimize karşı oluşan ön yargıları, iftiraları ve yanlış düşünceleri ancak bu şekilde eritebiliriz. Kuran-ı Kerim'de Fetih Suresi'nin ilk ayetinde(Şüphesiz ki sana apaçık bir fetih verdik) bahsi geçen fethin Mekke'nin Fethi değil kalplerin fethi anlamında Hudeybiye Antlaşması olması da bize burada bir ufuk çizmektedir. Hudeybiye Antlaşması'ndan Mekke'nin fethine kadar müslüman olanların sayısı Peygamberimiz'in(aleyhiefdalüssalavat) nübüvvetinin başlangıcından Hudeybiye Antlaşması'na kadarki zamanda müslüman olanlardan çok fazladır. Çünkü savaş ortamı olmaması insanların gelip müslümanları izleyip onların hallerini görmelerine ve aklı selim düşünmelerine imkan vermiştir. Savaş veya rekabet ortamında bu imkan yoktur.
Günümüzde belki en yaygın yanlışlarımızdan bir tanesi de inancımızı hayatımızın her anında temsil edemeyişimiz. Yani yemek yerken de inancımıza göre yemek yemeli, çalışırken de inancımıza göre çalışmalı, insanlarla ilişkilerde de inancımıza göre davranmalıyız. Aksi takdirde inancımızı tam yaşayamamızdan ötürü bu değerleri insanlara olduğu gibi gösterememenin cezasını da çekeriz. Değerlerimizi bütün mahiyetiyle yaşasak zannetmiyorum ki insanların şüpheleri kalsın veya değerlerimizi yanlış bulsunlar. Bu mesele milletimizin her anlamda terakkisini sağlayacak bir meseledir. İnşaallah bu terakki için yaşayan insanlar bu konuda daha titiz davranacaklardır. Özlenen günler hayal değil gerçek olacaktır.